2 Haziran 2014 Pazartesi

Nasıl seviyorsam çiçeklerin her tonunu, ağaçların tüm çeşitlerini öyle sevdim insanları, her birini kendi tonuna göre buket yapıp başka vazolarda ama asla ayırmadan. Kini nefreti, tıynetsizliği hep kendime ayırdım, bunlar başkasına değil kendime olunca anlam buldu. Ve sevmek elimden gelen bir şey olsaydı sevmezdim; lakin sevmek yürekten de öte bir bilinmezlikten geliyordu.
Seksen iki saat süren bir günleri seviyorum. Her şeyi alıyor içine. Lisede bavul çantam vardı, bir de o alırdı içine böyle her şeyi. Bir içim almıyor her şeyi, bir içim kaldırmıyor, açıkta kalıyor nem varsa. Nem yoksa basılmış tıka basa da varlara yer kalmamış, ''neyse'' deyip tıka basa kapatıyoruz valizin fermuarını. ''Neyse'' diyoruz, her neyse, aldığı kadar.

1 Haziran 2014 Pazar

Hüzünlü olmakta bir mutluluk vardır, bilir misin?
Muhakkak bilirsin.
Hüznün mutluluğundayım.

Yılın en kısa gününde kısa öyküler okunuyor!

Aklıma elbette ”Bir insanı sevmekle başlar her şey.” diyen Sait Faik Abasıyanık geliyor.
Öykülerde yaşamı en sade haliyle bulursunuz. Romanlar yaşamın, şömine başında röpteşambırıyla oturan edebiyat dilini kullanırken; öyküler, tekne balıkçılarının gözlerindeki hüznün ve umudun dilini kullanırlar. Haliyle içinize içinize işlerler. Yeri bambaşkadır.
Birkaç öyküden birkaç içime işlemiş söz.
DÜLGER BALIĞININ ÖLÜMÜ
….
Onu atmosferimize, suyumuza alıştırdığımız gün, bayramlar edeceğiz. Elimize görünüsü dehşetli, korkunç, çirkin; ama aslında küser huylu, pek sakin, pek korkak, pek hassas, iyi yürekli, tatlı ve korkak bakışlı bir yaratık geçirdiğimizden böbürlenerek onu üzmek için elimizden geleni yapacağız. Şaşıracak, önce katlanacak sonra onu şair, küskün, anlaşılmayan biri yapacağız. Bir gün hassaslığını, ertesi gün sevgisini, üçüncü gün korkaklığını, sükûnunu kötüleyecek, canından bezdireceğiz. İçinde ne kadar güzel şey varsa hepsini, birer birer söküp atacak. Acı acı sırıtarak İsa’nın tuttuğu belinin ortasındaki parmak izi yerlerini, mahmuzları, kerpeteni, eğesi, testeresi ve baltasıyla kazıyacak. İlk çağlardaki canavar halini bulacak.
Bir kere suyumuza alışmağa görsün. Onu canavar haline getirmek için hiçbir firsatı kaçırmayacağız.
HARİTADA BİR NOKTA
….
Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.

ALEMDAĞDA VAR BİR YILAN

İşte karşı karşıyasın. Haydi bakalım. Söyle söyleyeceğini. De diyeceğini. Dinler de. Tatlı tatlı dinler de. Sevgiden söz aç. Ne çıkar; o seni anlarsa değil, sen onu anlarsan bir şeyler olacak. İşte karşı karşıyasın. Birdenbire kalkar, dudaklarından öpebilirsin. Gözlerini kapar. Ne güzel gözlerini kapar. Belki de seni görmemek içindir. Sen de kaparsın gözlerini. Belki de onu görmemek içindir. Ne sen onu, ne o seni anlıyor. Belki anlamak ikinizin de işine gelmiyor. “Tanı, tanı, kendini tanı.” İşe başla bir kere bu yönden. Sonra onu da anlayacaksın.

Gece

Üzerinde kedere karşı hassas mıknatıslarla dolaşan varlıklardık. Ağlıyorduk. İçmesek de sarhoştuk. Yok oluyorduk ıssız gecelerde. Yitiyorduk her kapı kapanışında. Pembenin bile matem rengini anımsattığı yıllar yaşıyorduk. Renksizdik. Katışıksız, hayata geç kalmış. Her günümüz daha da boş geçiyordu bu yüzden. Her gün biraz daha boş. Özlemlerimizi, yalnızlığımızı açıyorduk geceye. Zararı geceye postalıyorduk. Gece siyahtı. Gece serkeş. Evrenin tüm yorgunluğunu omuzlarımızda hissettiğimiz kaygılıydı, sancılıydı geceler. Sabahsa hiçbir şey olmamışçasına var gücüyle yürümeye çalışan çocuk kadar umut dolu oluyorduk. Kendimizi kandırıyorduk gündüzleri, geceleri günah çıkarıyorduk. Sonuç mu? Günü kurtarıyorduk hepimiz, bir ömrü değil…
Kusur
Her kusur kendine has bir güzellik olmasa,
Görmezdi gözler farklılıkları.
Her bakış farklı olmasa,
Kusur sanardı herkes ayrıcalıkları.

Yalnızca yalnız.

21.yy’lılar yalnızlığı bir kadın ya da erkek yokluğu olarak tanımlarlar.
Nasıl kederlenirim buna bilmelisiniz.
Yalnızlık
Hiç istemem üstünkörü düşünülsün
Hiç istemem hafife alınsın.
Yalnızlık deyince;
Bir aşkın kalbi terk etme süresi kadar düşünülsün isterim.
Ruh yalnızlığı, fikir yalnızlığı, düş yalnızlığı, öteki yalnızlık, beriki yalnızlık.
Saymakla bitmez yalnızlık
Dinmez insanlar arttıkça
İnsanlar tanıdım.
Hiçbiri köhne yalnızlığımı dindirebilmeyi iyimser bir öyküden daha iyi beceremediler.
Edebiyat olsun diye söylemiyorum
İnanmalısınız
Şairinden çok şiirleriyle anlaşmam, kelimeleri bunca sevmem tuhaf değil mi?
Değil.
Turuncu saksılı akşamsefası gibi, kül rengi bir kedi yavrusu gibi soluk alır bir şiir.
Yaşatmayı hepimizden çok becerir.
Kolay değil;
Ama kolayı da sevdiğimiz yok.